
İkinci gün artık sudan çıkmış balık modunda değiliz, iyi kötü neyin nerede oldugunu biliyoruz ve sabah erkenden yollara vuruyoruz kendimizi. Hedefimiz, meşhur Coppelia’dan dondurma yemek (daha yarım saat önce, gün içinde acıkmamak, sonra da varolan bir iki restaurantta kazıklanmamak için tıka basa kahvaltı ettik ama olsun), Castro Amca'nın konuşmalarını yaptığı Devrim Meydanı’nı görmek sonra da Plaza Vieja’da günün kalan saatlerini sakin ve dolaşma telaşı olmadan dün görüp gözüme kestirdiğim cafede -şehirde cafe yok gibi birşey. Bir tane gördüm onu da gözüme kestirdim- geçirmek. Yolumuzun üstünde mutlaka görülmesi gereken şehir mezarlığı bulunuyor, biz de yanından yürüyoruz ama ruh halim hiç ölüler diyarıyla uğraşacak durumda değil. Aleks’cim bunu anlayışla karşılıyor bir taksiye atlayıp Eski Havana’ya dönüyoruz.

O ne... doğru mu görüyorum ben. Dün birkaç kırık bankın ve sokak köpeğinin olduğu yerde pazar kurulmuş. Yaşadığım yerde pazar olgusu ve kültürü varolmadığından pazar görmek hoşuma gitti. Ben kesinlikle tatil boyunca birsey almamak için kendi kendime karar verdiğim için "belki Aleks'e uygun bir şapka buluruz, bir de bakalım ne var ne yok” diye dalıyoruz pazara.
Pazarda ilgimi çeken ve hoşuma giden şey pazarın yarısının ressamlar ve eserleri için ayrılmış olması. Bir de pazar Türklerle dolu. Evet gerçekten, Bayram tatilini Küba’da geçiren bir sürü Türk. Darbuka benzeri küçük bir müzik aleti almak isteyen arkadaşına "oğlum neremize ...acağız onu” şeklinde itiraz ederken biri ben kahkaha durumundayım.
Aleks’e sadece bir gün sahip olabildiği bir şapka alındı. Sonra o şapka benim oldu ama şans bu ya Varadero yarımadasını bisikletle dolaştığımız gün yanımızdan hızla geçen coco taksiden bir şapka uçtu yolumun üstüne, hemen pedala asılıp aldım yerden ve Aleks'e verdim. Ödeştik.

Sağımızda solumuzda Türklerle oturup arada konuşmalarına da kulak kabartarak iki biralık vakit geçirdik meydandaki cafede. Karar veriyorum; evet Havana’nın en güzel yeri burası. Devrimden sonra 1990’lara kadar araba parkı olarak kullanılmış. Sovyetler Birliği çöküp ekonomik destekten yoksun kalan Küba için zorlu günler başlayınca, Fidel amca gelir kaynağı olarak turizme yatırım yapmanın uygun olacağına karar vermiş ve benim meydanın kaderi de değişmiş. Şehrin başka hiçbir yerinde görmediğim modernlikte yer taşları ile döşenmiş bütün meydan. Çevresindeki evler de onarılıp, dış cepheleri boyanmaya başlanmış.

Köşedeki bu bina da 5 yıldızlı otel olmak üzere elden geçiriliyor.

Diyorum işte ben yanda gördüğünüz evi satın almak ve bir cafe açmak, üst katlarında da oturmak istiyorum. İnsanlar hayalettikleri sürece varlarmış (Serpilcim:))). Hayat bu, bakarsınız olur bi gün.

İki bira üstüne Havana Club Rom müzesini gezip, gezi sonunda ikram edilen 7 yıllık romdan tadıp, sonra da müzenin barında birer de mohito içince bizim teller gevşedi, güzel bir hafiflik hissi ile birbirimize bakıp gülüp durduk. Takip eden sahildeki yürüyüşümüzde de çok güzel bir meydana rastladık. Ortadaki çeşme olmasa kendimi Karaköy’de Bankalar caddesine çıkan alandayım sanacaktım.
Niyetimiz Havana'daki son akşamımızda çok meşhur Jaz Bar'a gidip bir iki kadeh içki içip, iyi müzik dinlemek ve hoşça vakit geçirmekti ama ilk gün içinde yaşadığımız bazı olumsuz şeylerden dolayı bu planımızdan vazgeçtik. Kübalıların turistlere yaklaşımları pek iyi değil. Sadece paranızın peşindeler. Şimdi Küba'da halk ve turistler arasında ayırım aslında çok keskin. Turistler, ABD dolarına eşdeğer “Convertible Peso-CP” kullanıyor ve turisler için bütün fiyatlar bu para birimi cinsinden hesaplanıyor. Kübalılar ise Küba Peso’su kullanıyorlar. 1 CP=30 Peso değerinde. Bir taksi şoförü ile sohbetimizde ortalama bir Kübalının maaşının 10 CP olduğunu, bir doktorun ise 30 CP maaşı olduğunu öğrendik. Oysa ki biz taksi için 10 CP ödedik. Yani bir Kübalının bir aylık kazancını. Hal böyle olunca Kübalılar sizin çok ama çok paranız olduğunu ve bu parayı çalışarak kazandığınızı değil de arka bahçenizdeki ağaçlarda yetiştirdiğinizi sanıyorlar. İkincisi kendilerinin çok sefil bir hayat yaşadıklarına inanıyorlar. Mesela Kübalılar -orada çalışanlar hariç- turistlerin kaldığı bölgelere giremiyorlar, yasak. Turistlerin, kendilerine uzaktan süper lüks görünen otel komplekslerinde, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında şatafat içinde yaşayan yaratıklar olduklarını sanıyorlar tabii.
Bizimle konuşmaya çalışan herkes sadece para istedi bizden. Yolda karşılaştığımız bir çift yardımcı olup olamayacaklarını sordular, biz de restoran aradığımızı söyleyince bize bir yer gösterebileceklerini söylediler. Herhalde yollarının üstünde bir yerdir, yardımcı olacaklar diye düşünürken onlar bizden bunun karşılığında para istediler.

Turla gitmeyip –turla tatile gitme fikrini pek sevmem- bizim gibi tek başınıza takılmak isterseniz Küba’da, dikkatli olmanız gerek ona göre.
İspanyolca konuşma hayallerim de, Kübalılarla iletişimin doğru olmadığını anladığımızdan, suya düştü ama yine de özellikle araba kiralayıp Santa Clara'ya gittiğimiz gün işimize yaradı. Onları da anlatacağım tabii ama herşey sırayla...