Havana
Ertesi sabah. Nihayet Havana şehir merkezindeyiz. Hava açık, pırıl pırıl güneş, tiril tiril elbiseler -daha dün kalın boğazlı kazak ve palto ile dolaşıyordum-inanamıyorum. o ben miydim? Ben kimim? Neredeyim? sorularıyla uğraşırken, Havana’da olmanın gerçekliği ve sevinci ile sırıtırken ‘hadi Aleks, nereden başlıyoruz?’ diye soruyorum. ‘Bilmiyorum’ cevabı ile gülümsemem balonu patlamış sakızın yapıştığı gibi yüzüme yapışıp kalıyor. Yok yok doğru duymadım ben, öyle değil mi? Ama, ama doğruydu. İnternette geçirilen onca saatin bir faydası yok muydu? bu erkekler neden böyle? oğlum olursa herşey farklı olmalı onda diye düşünerek bir ara sokağa girip yürümeye başladık. Fotoğraf çekmeye başladım, çektikçe de keyfim yerine geldi. Birlikteyiz, elimizde harita var, görmek istedigimiz yerler belli, hava nefis keyfimizi bozmaya gerek yok. Karşımıza Devrim müzesi çıktı birden. Evet, işte zaten görmek istediğim ilk yer. Yaa işte, keyif bozmaya gerek yok. Müzenin biraz bakıma ihtiyacı var ama devrim süreci hakkında ziyaretçileri iyi bilgilendiriyor. Hem ispanyolca açıklamaların altında ingilizceler de var ya (benim için gerekmiyor da, ingilizceler Aleks için-he,he blogda hava da atılıyormuş), daha fazla konuşmamak gerekiyor. O uzun günün geri kalanını fotoğraflarla anlatayım:

Havana körfezi girişindeki deniz feneri

Castro'nun özlü bi sözü


0 Comments:
Post a Comment
<< Home