
Ertesi sabah planladığımız gibi sabah 8’de yollardayız. Varadero-Santa Clara arasındaki 200 kmlik yolun tahminen ne kadar sürede alınabileceğini sorduğumuz Kübalılar “iki saatte oradasınız” deseler de ben bunun ancak Alman otobanlarında mümkün olabileceğini bilecek kadar tecrübeliyim ve üç, üç buçuk saat arasında orada olacağımızı hesaplıyorum. Aylar sonra ilk defa yine araba kullanabildiğim için memnun ve mutluyum. Aleks, elinde işimize yarayabilecek tüm haritalarla yanımda kopilotum olarak bulunuyor. O nereye git derse oraya gideceğim. Araba kullanmak benim görevim, kopilotluğun yanında yolda beni beslemek, beğendiğimiz manzaraların fotoğraflarını çekmek gibi ek görevler de Aleks'in.
CC-Carratera Central bizim şehirlerarası yol eşdeğeri bir yol (yani otoban değil) ve bir sürü küçük yerleşim yerinden geçiyoruz. Yolların kalitesi beklediğimden çok daha iyi (düşünsenize, köy yolları arasında bazen 100-110 km hızla bile sürdüğüm oluyor, yani o kadar iyi), arabaların azlığı bunun bir sebebi olabilir diye düşünüyoruz. Yerleşim yerlerine yaklaştığımızı yoldaki bisikletlilerin sayısının artmasından anlıyoruz. Kübalılar arasında bisikleti ulaşım aracı olarak kullanmak oldukça yaygın ve araba kullanırken bisikletlilere dikkat etmeniz gerek.

Görmeye alışık olduğumuz coğrafyadan farklı birçok şey. Palmiye ağaçları her tarafta, düz bir ülke (dağlar doğuda), şeker kamışı tarlaları ve sararmış otlar var yol boyunca. Yol kenarlarında reklam yerine devrim sloganlarının yazılı olduğu tabelalar var. Aleks, tüm tatil boyunca olduğu gibi, bugün de beni babil balığı niyetine kullandı. Elimden geldiği kadar ona çevirisini yapıyorum bu sloganların, sonra hangi yöne gitmemiz gerektiğinden emin olamadığında (yol işaretleri neredeyse yok denecek kadar az) yolu da soruyorum Kübalılara. Köylerden bir tanesinde yine yol sorduğum bir amca Almanca yol tarif ettiğinde dumura uğradım, yani dünya küçük geldi bir an.
Üç saat onbeş dakikalık yolculuktan sonra elimizle koymuşuz gibi kolayca bulduğumuz gezimizin sebebi olan yerdeyiz: Che Guevera’nın mezarı ve anıtının olduğu meydanda.

Che’nin Santa Clara ile birlikte anılmasının bir sebebi var tabii.
29 Aralık 1958 günü, içinde hükümet ordusunun 400’den fazla askerinin ve bir çok askeri malzemenin bulunduğu tren Santa Clara’da Che ve adamları tarafından ele geçirilir. Şehrin kendisi de bir gün önce ele geçirilmiştir zaten. Zamanın devlet başkanı bu olayla birlikte artık gerillalara karşı iki yıldır süren savaşta başarı şansının olamayacağını anlar ve bir gün sonra Küba’yı terk eder. Che, 1 Ocak 1959 günü Havana’ya, Castro da ülkenin diğer ucundaki büyük şehir Santiago de Cuba’ya girer ve böylece savaş biter. Küba için yeni bir dönem başlar. Küba devriminde bu kadar belirleyici bir olayın mimarlarından biri olarak Che’nin mezarı ve anıtının burada olması anlaşılır oluyor böylece.
Geniş bir alan, Che’nin heykeli, özlü sözler, palmiyeler ve müzik var meydanda. Evet müzik. Meydanın her yerinden sakin bir tonda Che şarkıları çalıyor. Ağıt demek daha doğru olur. Müziğin tınısı farklı, ağır, gerçek bir boyut katıyor meydana. Bir filmde gibi hissediyorum kendimi. Ben çalan parçaları biliyorum çünkü vakti zamanında Aleks’in bana hediye ettiği evdeki Che cdsinin parçaları bunlar - tavsiye ederim, Boyut Yayınlarından çıkan kitaplı cdler serisinden "Che" adlı cd. Fotoğraflar çekiyoruz hatta Aleks kameranın film çekme özelliğini kullanıp meydanı, müziği ile kaydediyor.
Arka tarafta -anıtın altında- müze girişi ve müze girişinin karşısındaki kapıda da Che'nin mezarının girişi var. Müze, modern ve bilgilendirici. Fotoğraf çekmek yasak fakat Che’nin birbirinden etkileyici bir sürü fotoğrafını görmek hoşuma gidiyor. Sırf varlığıyla mekan dolduran insanlar vardır ya, karizmatik - işte o sınıfa dahil Che. Arjantinli olmasına rağmen Küba devrimine emek ve katkılarından dolayı doğuştan Kübalı sayılıyor. Öldürülüşünün 30. yılında, 1997'de kemikleri Bolivya'dan Küba'ya getirilip Santa Clara’ya, buraya gömülmüş, kendisiyle birlikte 30 civarında comrade de burada gömülü. Bir de sonsuzluk ateşi yanıyor mezar odasında Fidel’in yaktığı. Tabii ölüm, hayatın geçiciliği, anlamlı bir hayat yaşamak, önünüzdeki örnek gibi düşüncelerle kafanızda dolaşırken bir de mezar odasında bulunmakla hüzünleniyor insan, hatta bir iki damla yaş da geliyor gözlerimizden.
Çıkıp arabadaki erzaklarımızdan yiyip -Aleks yanına para almayı unuttuğu için erzaklarımız bizi bütün gün kurtardı- biraz da güneşlendikten sonra kendimize geliyoruz. Trenlerin ele geçirildiği yer şimdi bir müze olmuş. Orayı ve daha sonra Santa Clara şehir merkezini dolaşıyoruz.


Dönüş yolunda meşhur Domuzlar Körfezine gidip bir de Karayip denizinde yüzmek istiyoruz. Herşey planladığımız gibi yürüyor, Playa Larga’da, çok güzel ve sakin sularda yüzüp güneşleniyoruz. Nasıl, ama nasıl iyi geliyor o yüzüp güneşlenme anlatamam. Gidip görülecek daha çok şey var civarda ama akşam hava kararmadan geri dönmek istediğimizden "belki başka zaman” diyip yola koyuluyoruz. Yine yolumuzu sora sora akşam yedi buçukta otelde buluyoruz kendimizi. Yorgun fakat yüzümüzde kocaman bir gülümseme ile...
Not: Patria o Muerte (Vatan veya ölüm), Kübalıların kullandığı demir 3 pesoların arkasında bulunan Che portresinin üzerinde yazılı